Thursday, May 31, 2012

The Cult ile Hayatım...

Dikkatli okuyucular, liseyi bitirdiğim yaz kasetçide çalıştığımı hatırlayacaklardır. O kasetçiden yaklaşık kırk kadar kaset kaldırmıştım. (Patron da son maaşımın üzerine yatarak kendisine attığım kazığın kat ve katını bana atmıştı.) Onlardan bir tanesi The Cult'ın "Pure Cult: for Rockes, Ravers, Lovers and Sinners" adlı albümüydü.

"Pure Cult: for Rockes, Ravers, Lovers and Sinners" (1993)

Gene hakkında hiçbir şey bilmediğim, sadece kapağıyla ilgimi çeken bir albüm. Jelatini açtığımızı (yanımda bir arkadaşım -Kemal- vardı) hatırlıyorum. Gece saat 10-11 gibi falandı. Beş dakika kadar dinlemiş, "Aaa güzelmiş," demiştik. 

Sabah sekiz, gece on iki çalışıyordum. Sonrasını hatırlamıyorum. Herhalde Kemal uzamıştır. Ben de dükkanı kapatırken kasedi yanımda götürmüşümdür. Hafızamda kalan, uzunca bir süre ona el sürmediğim, tekrar dinlediğimdeyse pek hoşlanmadığım -hatta sınırlı "çalma" hakkımı boşa harcadığımı  düşünmüştüm.

Neyse, İstanbul'da mimarlık okuduğum ilk sene bu albümü hiç dinlemedim.

İkinci senenin başında, artık İstanbul'a iyice alışmıştım. Yurtta kalmak eskisi kadar zor gelmiyordu.

Bir akşam elektrik kesilmişti. Ben ranzanın üzerinde yatıyordum. Herhalde ekim başıydı. Hava sıcak, pencere açıktı. Dışarıda, her nasılsa, yanan bir sokak lambası içeriyi az da olsa aydınlatıyordu. Diğer çocuklar ne olduğunu bilmediğim işlerle uğraşıyorlardı. O zamanlar da, çok çok uzun zaman olacağı gibi, en büyük zevkim müzik dinlemekti. Kalktım, dolabın içinden nereden estiyse Cult'ın albümünü çıkardım. Yatağıma çıktım. Walkman'in "play" tuşuna bastım... 

O an aldığım zevki size kelimelerle anlatamam. Ya da anlatırım ama bu oldukça yüz kızartıcı ifadelerle olur. Çünkü hissettiklerim, öyle bir şeylerdi. Hem fiziksel, hem ruhani manada. 

Favori grubum bir anda Cult oluvermişti ve bu durum uzun süre devam edecekti.

O günlerde bütün enerjimi proje çizmeye harcıyordum. İyi bir tasarım, kusursuz bir çizim yapmak, benim için sanki dünyada var olmanın yolu gibiydi. 

Kötü bir alışkanlık, sevdiğim şeyleri hemen tüketemem. Bu yüzden albümün ikinci yüzünü, sadece proje yaptığım günlerin sabahına ayırmıştım. Paftaları alıyor, kulaklıkları takıyor, beşinci kattan aşağıya inerken hızımı ayarlıyordum. En sevdiğim şarkı, bu yüzün ilk parçası "Edie (Ciao Baby)"ydi. Yavaş kısımlarında merdivenden iniyor, şarkı tam hızlanırken kapıdan dışarı çıkıyordum. Rüzgar paltomun içine giriyor, sanki müzikle birlikte ben de havalanıyordum. Bilirsiniz işte. Bu tür duygular!

Sonra bir gün yeni bir albüm çıkaracakları çalındı kulağıma. Beşiktaş'ta Sinanpaşa Pasajı'nın içinde, Pentagram'ın davulcusunun bir müzik dükkanı vardı. Durmadan oraya gidip soruyordum, her seferinde daha gelmedi diyorlardı. Ve nihayet bir gün geldi. Ama galiba oradan değil, onu ilk gördüğüm, Beyoğlu'ndaki Mephisto'dan satın aldım ve ilk kez bir uzun yol otobüsünde dinledim. Grunge albümü yapmışlardı (ben de grunge dinliyordum) ama o zamana kadar dinlediğim hiçbir şeye de benzemiyordu... Kartonetinde şarkı sözleri (içinde River Phoenix, Andrew Wood, Kurt Cobain isimleri geçen) ve çok hoşuma giden karikatürümsü çizimler vardı. 

Bayılmıştım... 

The Cult - "The Cult" (1994)

Bir yandan da, yalan değil, haklarında hiçbir şey bilmiyordum. The Cult hakkında ulaşabildiğim tek bilgi kalıntısı herhalde Rock Kazanı dergisinin bir sayısındaydı. Ian Astbury'den "entellektüel rocker" olarak bahsediyordu ki bu durum gururumu okşamıştı . (Metallica'nın alt grubu olarak 93'de İstanbul'da çaldıklarını da habersizdim.) "Pure Cult"ın bir best of olduğunu anlamıştım. Diğer şarkılarına nasıl ulaşacağım ve kaç albümleri var kısmıysa muammaydı. Ama bir süre sonra "Sonic Temple", "Ceremony" ve başyapıtları sayılan -ki gerçekten öyledir- "The Electric"e ulaşmayı başarmıştım. Akmar civarında, cebimdeki tüm parayı bastırarak, CD formatında. Hepsini de ayrı sevmişimdir. 

Sonra... Sonra "The Cult"ı dünyada benden başka seven tek Allahın kulu olmadı. Albümüm turnesi sırasında grubun iki sac ayağı Ian Astbury ve Bill Duffy birbirlerine girdiler -yumruk yumruğa. The Cult dağıldı. Ben başka pek çok başka şey dinlemeye başladım. Mesela The Smiths. Ian ile Bill Morrisey ile mahalleden arkadaşlardı bu arada. Ciddiyim. 

Derken bir araya geldiler, iki adet beni pek açmayan albüm çıkardılar. Bunları izleyen üçüncü plak ise geçenlerde çıktı: "Choice of Weapon". Hiç de fena iş çıkarmamışlar. Bu yazıyı yazmaya, buna kanaat getirdikten sonra karar verdim. Bir de sanırım ütü yapmam gerekiyordu, onu yapmamak için...

The Cult - "Choise of Weapon" (2012)


No comments: