Tuesday, April 16, 2013

Berlin

Hazırlıkları aylar süren Berlin gezim nihayet sona erdi... İzlenimlerim şöyle:

Bu sene benim için Billy Wilder senesi oldu biliyorsunuz. "Lost Weekend", "Ace In the Hole", "Sunset Blvd.","Witness for the Prosecution"... Sürüsüne bereket filmini izledim. Çoğunu da çok sevdim. Sony Center'ın altındaki bu kafe -restoranı görünce de oturup bir şeyler yiyemeden duramadım. Wilder malum, Hitler'in zulmünden Berlin'den kaçanlardan. Bu Sony Center'ı filan da çok gösterirlerdi okulda, Berlin'de bir mahalle inşa ediyorlar diye. Merak ederdim. "Arredamento Mimarlık" (ama ne isim) dergisinde filan yayınlarlardı. Ya da "Tasarım". 
Berlin'de ilk ziyaret ettiğim müze, "Topographie des Terrors". Yukarıdaki fotoğraftaki adam Nazi iktidarına hayır oyu vermiş.  Boynuna "vatan haini" yazan bir tabela geçirmişler. Çok değil 80 sene önce... Müzeyi gezenlerin tüyleri diken diken oluyor. Nazilerin yaptıkları, insan aklının ve vicdanının ne derece saldırgan olabileceğini gösteriyor açık açık. Çok korkutucu. Orada, o zamanda, belli koşullarda yaşasak biz de birer Nazi olabilir miydik?


Kitap yakan moronlar. Tarih 10 Mayıs 1033. Bizim mahallede de bir tip vardı biz çocukken, kedileri falan öldürürdü. Aynı bakışlar onda da vardı.

Pedallar ile bu aracı hareket ettirirken, bir yandan da bira içiyorlar. Bana ilginç geldi. Ne de olsa temelde bir turistim.

Berlin duvarının kalan parçalarına günümüzün diktatörlerinin resimleri işlenmiş. Check-Point Charlie'nin yakınlarında turistlere sergileniyor. Evet, benim de dikkatimi çekti, hepsi "batı" karşıtı.

Daniel Libeskind'in bu binası (Yahudi Müzesi) çok meşhurdur. O yüzden gitmemek olmaz. Ben en en en mütevazi yerinin resmini çekmişim. Genelde herkes biliyor ama bilmeyen varsa, link'e tıklayabilir.

Ben biraz kitsch şeyleri seviyorum galiba. Yahudi Müzesi'de bu fotoğrafı çekmişim. Çok komik bir film seyretmiştim. Yahudilikte delikanlılığa geçiz töreni, bar mitsva çok önemli. Bu çocuğun töreni ise 30 Temmuz 1966'ya, yani İngiltere-Almanya dünya kupası final maçına denk geliyordu. Haliyle kimse iplemiyordu.

Bu Yahudi Müzesi'nin hemen arkasındaki Berlinische Galerie'den bir Hannah Höch resmi. Kendisine daha önce bu sayfalarda yer vermiştim. Ama orada orijinal eserleriyle karşılaşmak heyecan verici. Ben modern sanat seven bir insanım. Özellikle 1900'lerin başı üretilen eserlerin değeri bakımından çok etkileyici. Şöyle bir hayalim var. İşten güçten kurtulmuşum. Bu dönem ki eserleri açıp açıp taklitlerini yapıyorum. Bu müzeden Naum Gabo ile Arthur Segal'in isimlerini de not almışım. Siz de alın.
Alman Tarihi Müzesi. IM Pei, Paris'te Louvre'un içine o primati yaptıktan sonra çok ünlü oldu. Bu da onun Alman Tarihi Müzesi'ne yaptığı ek. Bu müzeyi gezmedim. Oysa içinde şu sıralar Nazilerin "dejenere sanat" adını verip yasakladıkları sanat eserleriyle ilgili bir sergi de varmış. Yüksek Lisans yaparken kütüphanede o döneme ait kallavi (kalın) bir kitap bulmuştum. Durmadan ödünç alıyordum. İçinde muhteşem şeyler vardı.

Evet ben de gittim! Almanya'ya giden her turist gibi Pergamon Müzesi'ni ziyaret ettim. Çekmeyecektim ama fotoğrafını da çektim. Bir kere o kadar muazzam değil. İkincisi de... Ben sunak gitti diye bu kadar hayıflanmamızı anlayamıyorum. Sanki babamızın malı. Yarın bir gün birisi çıkıp, geri verin biz yaptık o antik kentleri diyebilir. O yüzden bırakın, Berlin'de kalsın.

İşte müzeler adasında böyle kocaman bir katedral var. Arkası televizyon kulesi,  Doğu Berlin merkez. Çıkıp oraya yürüyeceğim. Bu da böyle bir turistlik fotoğraf olsun.

Kronolojik gitmek bakımından, orası böyle bir yerdi aşağı yukarı.
İşte o civarda çok yürüdüm. Bir plakçı dükkanına girdim. Bir Rodriguez plağı ve CD'si aldım. Bu gezinin soundtrack'i Rodriguez oldu. Aslında bir Grizzly Bear plağı (muhteşem "Veckatimest") alacaktım. Ama sonra Rodriguez'leri gördüm. İçim aktı... Sonra da buraya oturdum. Vietnam lokantası. Bu da Saygon birasıymış. Bira işte. Öyle çok farklı değil, meraklanmayın.

Ben böyle doğa müzelerine gitmeyi de seviyorum. Gerçi genelde benzer şeyler oluyor... Ama olsun. Bence mesela, bir sürü saçma şeye takıyoruz ama bizim gibi 70-80 sene ömrü olan canlılar için en öenmli şey dünya ve evren hakkında öğrenebileceğimiz kadar çok şey öğrenmek değil mi?
Bu dinazor tam 13.7m  yüksekliğinde, dünyanın en yüksek,  (evet rekor onda) birleştirilmiş dinazor iskeletiymiş. Heyt.

Yukarıdakiler Roy Lichtentein, Andy Warhol, Anselm Kiefer... Kiefer ve Cy Twombly'nin üzerinde ayrıca duracağım. Belki gelecekte. Ama şimdi, benim keşfim geliyor. Burası Hamburger Bahnhof. Süper bir müze... Geçici bir de sergi var. İçine girince beynimden vurulmuşa döndüm. Köşede küçük bir odada bir video oynuyordu. Neymiş diye izlemeye başladım. George Widener diye bir adam, biraz mental problemlerden muzdarip... Tarihlere, dolayısıyla takvimlere, rakamlara, biraz da Titanic'e ve başka felaketlere  takmış bir adam. O takıntılardan muhteşem işler çıkarmış. Acayip bir mizah anlayışı var kanımca... Önümüzdeki 100 sene boyunca uçmamamız gereken günleri çıkarmış mesela...











Neyse çok abartmayalım, bugünlük mola veriyorum!











No comments: